Aşk'a İnanmışt'ı

Genel Yönetici
Staff member
Katılım
28 Mart 2008
Mesajlar
23.246
Tepki puanı
2.148
Puanları
163
Yaş
40
Bulunduğu Yer
ŞANLIURFA
Tuttuğu Takım
GALATASARAY
Hz. Şuayb (Arapça: شعيب, İbranice: יִתְרוֹ Yitro), [1] Medyen ve Eyke ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Hz. İbrâhim'in veya Hz. Sâlih'in neslindendir. Soyunun anne tarafından Hz. Lut'un kızına ulaştığı ve Hz. Eyyûb'la teyze oğulları oldukları rivâyet edilmiştir.[2] Hz. Şuayb'ın soyu, Şuayb b. Mîkâil [3], b. Yeşcür [4], b. Medyen, b. İbrahim şeklindedir.[5][6]
İttifak edilen görüş, Hz. İbrahim'in soyundan geldiği olsa da, babasının ismi hakkında tam bir ittifak yoktur. O zat hakkında Mikail, Mikyil, Ayfa, Cizî, Becheb gibi isimlerden bahsedilmiştir.[7][8]
Mikail ismi, farklı farklı kaynaklarda hem Hz. Şuayb, hem babası hem de annesinin ismi olarak geçmektedir. (Akhenaton notu)
Hz. Şuayb'ın Tevrât'ta ismi Mikâil olarak bildirilmiştir.[2] Kimi kaynaklarda Mikail, Hz. Şuayb'ın Hz. Lut'un kızlarından biri olan annesinin [9] ve kimi zaman da babasının adı olarak geçer.[7] Yine farklı bir görüş olarak; Hz. Şuayb'ın annesi, Hz. Lut'un kızıydı diyenler olduğu gibi, Hz. Şuayb'ın Hz. Lut'un kızıyla evlendiğini nakledenler de olmuştur.[7][8]
Kimi kaynaklara göre Hz. Şuayb, aynı zamanda da Hz. Mûsâ'nın kayınpederiydi.[2] Kızı Safura'yı Hz. Musa ile evlendirmişti.[10] İbn-i Kesir; Hasan Basri ve Malik b. Enes'den nakledilen bir rivayeti delil getirerek diyor ki: "Şuayb, kavmi helâk olduktan sonra uzun bir süre yaşamış ve aynı zamanda Musa (a.s)'a, kızını nikâhlamıştır." [11] Fakat çoğunluğun görüşü, Hz Musa'nın Medyen'de görüştüğü ve kayınpederi olan bu Şuayb isimli zatın, peygamber olan Hz. Şuayb'dan farklı biri olduğudur. Çünkü Hz. Şuayb, Hz. Lut'un kızlarından biriyle evlendiği ya da annesinin Hz. Lut'un kızlarından biri olduğunu da göz önüne alarak, Hz. Lut ile Hz. Musa arasında asırlarca süren bir zaman farkı vardır.[8]
Kişiliği

Hz. Şuayb, kavmi ve kabilesi arasında tertemiz bir ahlak ile tanınmıştı. Son derece sabırlı, olaylar karşısında heyecana kapılmayan, aklın ve tecrübenin verdiği ölçüler doğrultusunda hareket eden halim bir insandı. Hakkı batıldan, iyiyi kötüden ayırma konusunda kabilesinin de can-u gönülden takdîr ettiği bir şahsiyetin sahibiydi. Öyle ki onun karşısında hasım ve düşmanlıklarını açıkça ilan ettikleri zaman bile, onun halim ve reşid bir şahsiyet olduğunu itiraf etmekten kendini alamamışlardı.[8]
Hz. Şuayb, Arapça konuşurdu.[12] Büyük bir hatipti.[13] Fesahat ve belagat sahibi idi.[12] İnsanları güzel söz ve nasihatlerle aydınlatmaya çalıştı.[13] Kavmine güzel söz söylemesi, tatlı ve tesirli hitap etmesi sebebiyle kendisine "Hatîb-ül-Enbiyâ" (Peygamberlerin hatîbi) denildi.[14][13][2]
Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitap veya sahife gönderilmedi.[15] O, Âdem, Şit, İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen sahifeleri okudu [16][15] ve onlarla tebliğde bulundu.[15] İnsanlara Hz. İbrâhim'e bildirilen dînin emir ve yasaklarını tebliğ etti.

Arabistan Yarımadasının kuzeybatısında Hicâz'la Filistin arasında Kızıldeniz sâhilinde yer alan Akabe Körfezinden Humus Vâdisine kadar uzanan Medyen bölgesinde doğup büyüyen Hz. Şuayb, o kavmin asîl bir âilesine mensuptu. Gençliği, dedelerinden Medyen adlı bir şahsın etrâfında toplandıkları için bu adla anılan Medyen halkı arasında geçen Hz. Şuayb, azgın ve sapık kavmin kötülüklerinden uzak yaşar, babasından kalan koyunlarıyla meşgul olur ve çok namaz kılardı.[2]
Hz. Şuayb'ın bir başka husûsiyeti de çok gözyaşı döken bir peygamber olmasıdır. Yaşlılığı esnâsında gözleri iyice zayıflamış, vücûdu da kuvvetten kesilmişti. Birkaç defa gözlerini kaybedesiye ağladı. Cenâb-ı Hak, yine gözlerini iâde edip:

“Ey Şuayb! Bu ağlama nedir? Cennet iştiyâkından mı, cehennem korkusundan mı?” diye vahyile suâl ettiğinde “Yâ Rabbî! Sen bilirsin ki, ağlayışım ne cennet iştiyâkından, ne de cehennem korkusundandır. Muhabbetin kalbime yerleşmiştir. Bir de endişem vardır: «Cemâlini müşâhede edebilmek!..» Eğer Sana nazar edebileceksem, hiçbir şeye gam yemem…” dedi. Cenâb-ı Hak vahyedip: “Sözünde sâdık olduğuna göre cemâlimi seyretmek Sana mübârek olsun ey Şuayb! Bu sebeple kelîmim Mûsâ bin İmrânı da Sana hâdim olarak veriyorum!” buyurdu.
Hz. Şuayb, merhametinin şiddetinden dolayı, insanları içinde bulundukları acınacak hâlden kurtarmak için ömrü boyunca kendisini yıpratırcasına bir gayret göstermiş, bu uğurda bütün gücünü sarf etmiştir.[17]
Hz. Şuayb; orta boylu, buğday benizli idi. Son zamanlarında, gözleri, görmez olmuştu.[18] Âmâ idi. [19]
Kurân-ı Kerîm'de A'râf, Şuarâ, Hûd ve Ankebût sûrelerinde Hz. Şuayb, Medyen ve Eyke kavimleri hakkında âyet-i kerîmeler mevcuttur.[2]
Hayatı

Allah gönderdiği elçiler vesilesiyle insanlara sonsuz kudretini, makamının yüceliğini ve üstünlüğünü, Kendisi'ne karşı gelenler için hazırladığı azabın şiddetini ve büyüklüğünü detaylı olarak bildirmiştir. Elçilerin bu tebliğinden sonra insanların yapması gereken, bu gerçekleri samimi olarak derin bir şekilde tefekkür etmek, niyetinde ve yaptığı işlerde hep bu gerçeklerin bilincinde bir tavır göstermektir.

Geçmişte yaşamış ve helak edilmiş olan tüm kavimler incelendiğinde, bunların kendilerine yapılan tebliğe rağmen Allahtan korkmayan, çirkin sapıklıklar yapan, başkalarının haklarına tecavüz eden, utanma duygularını kaybetmiş, yalnızca kendi menfaatlerini ve dünyevi çıkarlarını düşünen insanlar oldukları görülmektedir.

Bu şekilde helake uğrayan kavimlerden bir tanesi de Medyen kavmidir. Bu kavmin de en önemli özelliklerinden biri, pek çok farklı yöntem kullanarak ticarette hile yapmalarıdır. Hz. Şuaybın kavmini bu konuda uyardığı ve bunu terk etmemeleri durumunda helak ile karşılacaklarını hatırlattığı Kuranda detaylı olarak yer almaktadır.[20][21]
Medyen ve Ashab-ül Eyke(Eyke Halkı'na), Kuran'da adı geçen Hz. Şuayb, elçi olarak gönderildi. Şuayb, bu iki kavmin her birine, ayrı ayrı "tebliğ"de bulundu. Bu iki toplulukla yaptığı "tebliğ mücadelesi", Kuran'da çeşitli ayetlerde geçmektedir.[11]
 
Medyen ve Eyke Halkı

Medyen, Kurân-ı Kerim'de Hz. Şuayb (a.s)'in kavmini tevhide davet ettiği yer olarak adı geçen şehirdir.[22]
Medyen ve Eyke, dağlık ve ormanlık olan iki ülkeydi. Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzey batısında, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, Güney Filistin'e, Akabe Körfezi'ne ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer alır.[23][24] Medyen'in büyüklüğü ve zenginliğinin sebebi kervanların buradan geçmesi idi. Öyle ki, Hindistan'dan gelip Mısır, Cezayir veya Tunus'a gidenler bu yolu kullanıyorlardı. Medyen'e yakın Kızıldeniz sahilinde başka bir şehir daha vardı. Buraya da Eyke adı verilmişti.[25]
Medyen, Kulzum denizinin üst tarafında, Tebük şehrinin hizasında, Tebük'e, altı Merhale kadar uzaklıkta, Tebük'ten daha büyük bir şehirdir.[50] Medyen ile Tebük, birbirine komşudur.[26] Mûsâ Aleyhisselâmın, Mısır'dan kaçtığı zaman, Şuayb Aleyhisselâmın davarlarını suladığı kuyu üzerine, bir bina yapılmış olarak hâlâ, Medyen'de bulunmaktadır.[27]
Coğrafyacılara göre Medyen şehri, Tebük'ten altı günlük mesafede bir sahil şehridir. Medyen, Ayla'dan Medine'ye giden hacıların takip ettikleri yol üzerinde, ikinci konak yeriydi. Mekke'ye bağlı mevkiler arasında yer alıyordu. IX. asırda, Ya'kübi; Medyen'in, akar ve memba suları, bahçeleri ve hurmalıkları bol bir bölgede bulunduğunu ifade etmektedir. İstahri; Medyen'in, Tebük'ten daha büyük olduğunu söylemektedir.
Aynı zamanda, o çağda bir evin altında gizli bulunan bir kaynaktan bahsetmektedir. Daha sonra bu şehir, yavaş yavaş rağbetten düşmüştür. XII. asırda İdrisi bu şehirden, gelir kaynakları olmayan bir ticaret şehri olarak bahseder. Abu'l- Fida'ya göre de, XIV. asırda, harabe halinde bulunmaktaydı. Bu şehir, son devirlerde, Rüppell, Burton ve Musil tarafından, yeniden ziyaret edilmiştir.
Arapların mezar çukurlarına atfen "Mağairi Şu'ayb" dedikleri büyük harabeler vardır. Sahildeki Makna'dan tahminen 28 km mesafede, 28° 28' kuzeyde, akarsuları ve hurmalıkları ile meşhur al-Bad Vadisi'nin güney kısmında bulunmaktadır. Burton'a göre, 29° 28' ve 27° 40' kuzey dereceleri arasında bulunan bütün ülkeye, Arz-ı Medyen denilmektedir.[11]

Medyen, İbranice'de, "çekişme" ve "yargı" gibi anlamlara gelmektedir. Kelimenin semitik yapısı; "yargılama yeri" anlamında bir kökten, gelmektedir. Aynı zamanda Medyen, Hz. İbrahim'in, Ketura adlı cariyesinden doğan oğlunun adıdır.
İbrahim'in Ketura'dan çocukları; Zimran, Yokşan, Meden, Medyen, Yişbak, Şuah'dır. Medyen'in çocukları ise; Eyfa, Efer, Hanok, Abida, Eldaa'dır.[11]
Medyen'e, Medyen b. İbrahim Aleyhisselâm'dan dolayı, Medyen ismi verilmiştir.[27] Medyen; hem Medyen b. İbrahim Aleyhisselâm oğullarının, hem de, yurtlarının ismiydi.[28][6] Medyen daha sonra Kızıldeniz civarında Hazreti Şuayb'ın tesis ettiği kasabaya itlâk edilmiştir.[29]
Eyke ve Medyen o zamanın en zengin şehirlerindendi. Ama bu zenginliği hile ve haram ile elde etmişlerdi. Bu şehirlerin insanları şehre gelen kavimlerden, kervanlardan haksız kazançlar elde ediyorlardı. Şehre girişte kayaların arasında dar bir geçit vardı. Kervanlar buraya girdiğinde bozguna uğrar, yağma edilir, ellerindekiler zorla alınırdı. Karşı koyanlar ise canlarından olurlardı. Gelen, kervanlar sattıkları malların karşılığını alamıyorlardı. Medyen halkında ahläk kalmamıştı. Dürüst değillerdi. Bu kavgacı halleri bazen kendi aralarında da görülüyordu.[25]
Eyke, deniz sahili ile Medyen arasında bulunan [30], sık ağaçlı, meşelik bir yer olup [31] burada oturan halk'a: "Eshâb-ı Eyke" denilirdi. Eshâb-ı Eyke; Şuayb Aleyhisselâmın -Medyen halkı gibi- kavmi, değildi.[32]
Gerek Medyen halkı, gerek Eshab-ı Eyke, kendilerine Peygamber gönderilen iki ayrı kavim idi.[33] Eshabı-Eyke; Ehl-i Bâdiye = Kır halkı idi.[34][35] Orrmanlık bir bölgede yerleşmiş olmaları sebebiyle bu isim verilmiştir.(Bknz. Hicr Suresi 78-79) [8]
Medyen halkı, Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarında "Mudyâniler" (midianites) diye geçer. Hz. Yusuf'u Gilead'dan Mısır'a giderken alıp götüren, Midyâni tüccarlardır (Tekvin 37:25-28, 36)[22] Midianlıların Assur ve Hitit kaynaklarında adı geçen ve Harran yöresinde yerleşik oldukları anlaşılan Mitanniler olup olmadığı açık değildir.[1]
 
Medyen'in Helakı

Kuran'ın Medyen halkı hakkında anlattıklarının önemini kavramak için, bu insanların, Hz. İbrahim'in 3. hanımı Katurah (Ketura)'dan olma oğlu Midyan'ın soyundan geldikleri iddialarına dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun neslinden gelmemiş oldukları halde; tümü, onun soyundan olduklarını iddia etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre, büyük bir zata bağlı olan herkes, daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nitekim Hz. İsmail'in (a.s) soyundan gelmemesine rağmen bütün Araplara "İsmailoğulları" denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'in soyu (israiloğulları) için de durum aynıdır. Aynı şekilde, Hz. İbrahim (a.s)'in çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına giren tüm bölge halkına Bena Medyen (Medyenogullari) ve onların oturduğu yerlere de, "Medyen bölgesi" dendi.[36]

Medyenliler, atalarının doğru yolundan ayrılmışlar ve kötü yollara sapmışlardı. Allah-u teâlâya îmân ve ibâdet etmeyi bırakmışlar, kendi elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere tapıyorlardı. Medyen, ticâret kervanlarının gelip geçtiği yollar üzerinde olduğundan ticâretle uğraşıyorlardı. Yaptıkları alış-verişte muhakkak hîle yapıyorlardı. Yiyecek maddelerini alıp stok yapıyorlar, pahalanınca fâhiş fiyatla satıyorlardı. Ölçü ve tartı için iki değişik ölçek kullanıyorlar, alırken büyük ölçekle alıyorlar, satarken küçük ölçekle veriyorlardı. İnsanların yollarını kesiyorlar, onların mallarına zorla el koyuyorlardı. Yol üstünde durup, bilhassa yabancı ve gariplerin mallarını çeşitli hîlelere başvurarak ellerinden alıyorlardı. Ayrıca sâhip oldukları pek çok nîmetin şükrünü yapmayıp, nankörlük ediyorlardı.[2]

Allah-u teâlâ; onlara, doğru yola dâvet etmek için Hz. Şuayb'ı peygamber olarak gönderdi. Hz. Şuayb, onlara nasîhatlerde bulunup, Allah-u teâlâya şirk koşmamalarını ve yalnızca O'na ibâdet etmelerini, alış-verişte, ölçü ve tartıda haksızlık ve hîle yapmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını söyledi. Kötülüklere devâm ettikleri takdirde azâba uğrayacaklarını, vazgeçtikleri takdirde mükâfâta kavuşacaklarını söyledi.[2]
İnsan, Allahın haram kıldığı yollardan dünyada bir zenginlik elde edebilir. Ancak bu şekilde kazanılan para ve mal, sahibine hiçbir zaman fayda getirmez. Bu kişi kazandıkları ile hiçbir zaman tatmin olamaz, istediği gibi bir fayda sağlayamaz. Daha da önemlisi, Allahın rızasını gözardı ederek sınırlarını çiğneyen ve bu şekilde haksız kazanç elde eden kişi, tövbe etmemesi durumunda ahirette de sonsuza kadar cehennem azabı ile karşılık görebilecektir. Kuranda, bu gerçeklerin bilincinde olan Hz. Şuaybın, hileli düzenlerle kazanç elde eden kavmini hileden sakınmaları gerektiği konusunda uyardığı anlatılır.[20][21]
Şuayb (a.s)'in Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve Medyenlilerle mücadelesi, Kuran'da söyle bildirilir:
«Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanan (insan)lar iseniz böylesi sizin için daha iyidir!... Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu eğriltmeye çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çogalttı ve bakın bozguncuların sonu nasıl oldu!... Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene inanmış, bir kısmı da inanmamış ise, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hükmedenlerin en iyisidir.» (el-A'raf, 7/85,86,87).

Görülüyor ki Şuayb (A.S.) onları Allah'a kulluk etmeye, insan Haklarına saygılı olmaya, her türlü bozgunculuktan uzak durmaya ve bu yolda sabırla hareket etmeye davet ediyordu.[23][24]
Yüce Allah'ın verdiği rızık bolluğu ve geçim rahatlığı, ancak, onların, Allah'a karşı küfürlerini artırıp azaplarını çabuklaştırmağa yaradı.[37] Azgınlık ve sapkınlıkta devam ettiler. Şuayb Aleyhisselâmın, onlara, Allah'ı hatırlatması, kendilerini, Allah'ın azabı ile korkutması, bir fayda vermedi.[38]
Hz. Şuayb, yalnız halkı değil, Mısır Firavununu bile: "Ey Firavun! Gök halkı, yer halkı, denizler ve dağlar halkı, kızdığı zaman, Allah'ın da, gazaba geleceğinden korkmaz mısın?" diyerek uyarmağa çalışmaktan geri durmadı. [39] O zaman, Peygamberlerin Asaları ve bu cümleden olarak Hz. Musa'ya vermiş olduğu mucize asa da, Hz. Şuayb'ın yanında bulunuyordu.[40]
Medyen halkı Şuayb (a.s)'in nasihatlerini dinlemediler ve kötü hareketlerinde daha ileri gittiler. Onların bu isyan ve sapkınlıkları, Kuran'da şöyle haber verilir.
«Dediler ki: Ey Şuayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı, seni mutlaka taslarla(öldürür)dük! Senin bize karşı hiç bir üstünlüğün yoktur!» (Hud 11/91).[23][24]
Azgın Medyen kavmi, Hz. Şuayb'ın sözlerini dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Ona inananları tehdit ettiler. Hz. Şuayb, bütün sıkıntı, eziyet ve horlamalara rağmen, Medyenlileri doğru yola dâvete devâm etti. İbret olarak isyânları sebebiyle helâk edilen Hz. Nûh'un gönderildiği kavmin, Hz. Hûd kavminin, Hz. Lût kavminin başına gelen azapları ve helâk olmalarını anlattı. İnkârdan vazgeçip îmân etmelerini, mağfiret dilemelerini, aksi hâlde kendilerinin de isyân edip, helâk olan kavimler gibi azâba düşeceklerini ve helâk olacaklarını açık bir lisanla anlattı. Onun peygamberliği, Şam'a kadar duyulmuştu. pek çok kimse gelerek Hz. Şuayb'a îmân etmekle şereflendiler. Fakat Medyenliler, yolda durup Hz. Şuayb'a gelenlere mâni olmaya çalıştılar. Hz. Şuayb'ı ve ona inananları kendi sapık dinlerine dönmedikleri takdirde yurtlarından çıkaracaklarını söyleyip, tehdit ettiler. Hz. Şuayb, azgın Medyen halkının, bütün nasîhatlerine rağmen îmâna gelmelerinden ümit kesince, onları Allah-u teâlâya havâle etti.

Hz. Şuayb Allah-u teâlâya; “Yâ Rabbî! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver. Sen hükmedicilerin hayırlısısın.” diye duâ etti.[2]

Hz. Şuaybın Allahtan gelecek azapla uyarmasına rağmen sapkın yollarını terk etmeyen Medyen kavmi de, tarih boyunca Allahın elçisini ve ayetlerini inkarda direnen tüm kavimler gibi daha dünyada iken Allah Katından gönderilen azapla karşılık bulmuştur.[20][21] Azgınlıklarına ve inananlara karşı düşmanlıklarına devâm eden Medyen halkı üzerine, Allah-u teâlâ azap gönderdi. Cebrâil'in bir sayhası ve bir zelzeleyle onların hepsini helâk etti. Hepsi yok oldular. Sanki onlar o beldede yaşamamışlardı.[2]
Ayetlerde Medyen kavminin uğradığı son şöyle haber verilmiştir:

«Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuaybı ve Onunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semuda nasıl bir uzaklık verildiyse Medyen (halkına da Allahın rahmetinden öyle) bir uzaklık (verildi).» (Hud Suresi, 94-95) [20][21]
Ayette geçen "recfe" kelimesi, sarsıntı anlamına gelmektedir. Elmalı tefsirinde denilir ki; "Semud'un çığlığı üstten, Medyen'in çığlığı alttan gelmiştir." Bundan anlaşılan, Semud kavminin kuyruklu yıldızla, Medyen'in ise göktaşı sonucu bir depremle helak olduğudur.[11]
Medyen halkını ve diğerlerini helâk eden korkunç ses, onları ansızın yakalamıştı. Çekişip duruyorlardı. Sur da gafilleri öyle yakalayacak ve o zaman peygamberlerin doğru söylediği son bir kere ortaya çıkacak. O da sadece korkunç bir sesten ibaret olacaktır (Yâsin, 36/48-54).[22]
Medyen kavmi, kâfirlerin kaçınılmaz sonu olan helaka maruz kaldıktan sonra, Şuayb(a.s)'ın üzüntüsü, Kur'an'da şöyle bildirilir:

«O da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim, muhakkak size Rabb'imin mesajını, tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkâra sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?» (Araf, 93) [11]
Medyen halkının taşıdığı kötü özellikler, bugün din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda sık görülen ve yaygın olarak yaşanan, hatta kimi zaman doğal karşılanan özelliklerdir. Bu nedenle Hz. Şuaybın kavmine yaptığı çağrıların her biri bugün ve bundan sonra yaşayacak insanlar için de geçerlidir. Bu hatırlatmalardan bugün de tüm insanların öğüt almaları gerekir.

Bugün de insanlar, Allah korkusu ve din ahlakının sonucu olarak gerek günlük yaşamlarında gerekse ticaret yaparken, dürüst bir tutum sergilemeli, yeryüzünde düzeni korumalı, bozgunculuktan uzak durmalıdırlar. Aksi takdirde geçmişteki kavimlerin başlarına gelenlerin bir benzeriyle karşılaşabilirler.
Burada iman edenlerin yapması gereken önemli görevlerden birisi de, çevresine örnek olacak güzel ahlakı göstererek insanları bu konularda uyarmak ve Kuran ahlakını yaşamaya davet etmektir. Yüce Allah Kuranda, samimi Müslümanların zulmün ve haksızlıkların sona ermesi, güzel ahlakın insanlar üzerinde hakim olması ve din ahlakının aslına uygun olarak yaşanması için ciddi çaba göstermeleri gerektiğini şöyle bildirmiştir:

«Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.» (Al-i İmran Suresi, 104)[20][21]
 
Eyke'nin Helakı

Hz. Şuayb ve ona inananlar, kurtulup Medyen'e yakın yerde, yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir olan Eyke'ye giderek, oradaki insanlara doğru yolu göstermekle vazîfelendirildi.[2] Eshâb-ı Eyke de, müşrik oldukları gibi, aynı zamanda, Medyen halkının kötü âdetlerini de, benimseyip âdet edinmişlerdi.[41][35]
Eyke halkı, parayı tartı ile alırlar, kenarlarından kırptıktan sonra, tâne ile verirlerdi. Alış-verişlerinde karşı taraftakine muhakkak zarar verirler ve onu aldatırlardı. Alırken ucuz ve fazla fazla alırlar, satarken pahalı ve eksik verirlerdi. Yolcuları soyarlar, putlara taparlardı. Hz. Şuayb'a inanmak için gelenleri vazgeçirmek için çalışırlar, Hz. Şuayb'a yalancı derlerdi. İstekleri olmazsa, tehditte bulunup, eziyet ederlerdi.

Hz. Şuayb, Eyke halkını Allah-u teâlâya îmân ve ibâdet etmeye, azgınlık ve taşkınlıklarından vazgeçmeye dâvet etti. Eyke halkı, Hz. Şuayb'dan mûcize istediler. Hz. Şuayb, çevredeki putlara hitap edip; “Rabbiniz kimdir? Ben kimim? Söyleyin!” dedi. Taş ve ağaçtan yapılmış cansız birer varlık olan putlar dile gelip; “Rabbimiz ve yaratıcımız Allah-u teâlâdır. Yâ Hz. Şuayb! Sen ise Allah-u teâlânın peygamberisin!” dediler ve kâidelerinden yere düşüp paramparça oldular. Bu mûcize karşısında bâzı kimseler îmâna geldi.

İnanmayanlar da azgınlıklarını daha da arttırdılar. Hz. Şuayb, son defâ îkâz edip, puta tapmaktan vaz geçmelerini, Allah'a îmân etmelerini ölçü ve tartıda adâletli olmalarını ve her türlü zulümden vazgeçip, kurtulmalarını söylediyse de inkâr edip inanmadılar. Alay ettiler, yalancısın, sihirbazsın, büyülenmişsin dediler. Îmân etmeyeceklerini açıkça söyleyip; “Eğer sen doğru sözlüysen, bize gökten azap indir.” dediler.[2]

Hz. Şuayb, onlara söyle cevap verdi: "Rabbim, yaptığınızı daha iyi bilir" (es-şuara, 188).[43] Hz. Şuayb, bu azgın kavmi Allah-u teâlâya havâle etti. Allah-u teâlâ, onlara isyanları sebebiyle şiddetli bir azap göndererek hepsini helâk etti.[2] Yüce Allah, onlara verilen azabı, söyle haber veriyor:
«O'nu yalanladılar. Nihâyet o gölge gününün azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi. Muhakkak ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmazlar.» (es-şuarâ, 189-190).

Ayette söz konusu olan "gölge gününün azabı" hakkında, müfessirler söyle bir açıklamada bulunuyorlar: Eykeliler, azap isteyince; Güneş, 7 gün müthiş bir sıcaklık yaydı.[43] Önce ortalığı kasıp kavuran şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. Sular, fokur fokur kaynadı. Susuzluktan kıvranıyorlar, sıcak suları içtikçe içleri yanıyordu. Çâresizlikten gölge ve içecek su arıyorlar, bir taraftan bir tarafa koşuyorlardı. Bu hâl, 7 gün devâm etti.[2] O sırada gökyüzünde siyah bir bulut belirdi ve serin bir rüzgar esti. Bunu gören Eyke'liler, bulutun gölgesinde toplandılar. Birden o buluttan bir ateş indi ve Eyke halkı yeryüzünden silindi.[2][43]
Eykelilerin helâk edildiği bugün, Kurân-ı Kerîm'de (gölge günü) olarak bildirilmekte ve meâlen şöyle buyrulmaktadır:
«O gölge (zulle) gününün azâbı onları yakalayıverdi. Gerçekten o azap büyük bir günah azâbı idi.» (Şuarâ sûresi: 189) [2]
Yüce Allah; Hz. Şuayb'la ona, iman edenleri, bu azaplardan rahmetiyle kurtardı.[35]
Mekke'ye Hicret Edişi

Hz. Şuayb, Eyke ahâlisinin helâk olmasından sonra, inananlarla birlikte Medyen'e gidip yerleşti [2] ve vefatına kadar oradan hiç ayrılmadı.[44] İnananlardan birinin kızıyla evlendi. İki kızı oldu. Kızlar, büyüdü. Kendisi, iyice yaşlandı. Allah korkusundan çok gözyaşı döktü. Gözleri zayıfladı, vücudu kuvvetten düştü. Rivayete göre bu sırada Mısır'dan çıkıp Medyen'e gelen Hz. Mûsâ, kuyu başında koyunlarını sulamak için bekleyen Hz. Şuayb'ın kızlarına yardım ederek, koyunlarını suladı. Hz. Şuayb, ücret vermek için onu evine dâvet etti. Onu emin güvenilir bir kimse olarak görüp, koyunlarına çoban tuttu. 8 sene koyunlarını gütmesi şartıyla kızlarından birini ona nikâhladı. Hz. Mûsâ, orada 10 sene kaldı. Çocukları oldu. Daha sonra Mısır'a göç etti. (Bu konuda ittifak yoktur. Akhenaton notu) [2]
Vefatı

Sıhhati düzelip gözleri açılan Hz. Şuayb, her sene Medyen'den Mısır'a giderek kızı ve dâmâdını ziyâret etti. Bir müddet sonra Mekke-i mükerremeye gidip yerleşti. Daha sonra da orada vefât etti.[2] Vefâtında 300 [2][12] ya da 140 [45] yaşında olduğu [2] ve türbesinin, Kâbe'nin batısında, Darü'n-nedve ile Benu Semh kapısının [46][47] (Rükn ile Makam) [12] arasında olduğu rivâyet edilir.[47] Zâten, Peygamberlerden, ümmeti helak olan Peygamber, Mekke'ye gelir, orada, Allâha ibadete koyulur, kendisi ve yanındakiler, vefat edinceye kadar orada kalırdı. Nitekim, Nuh, Hûd, Salih ve Şuayb Aleyhisselâmların kabirlerinin Zemzem'le Hacerülesved arasında bulunduğu bildirilmektedir.[48][35]
O'na ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun!
 
Mucizeleri

Hz. Şuayb'ın altı çeşit mûcizesi vardır:
  1. Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle, koyunlardan doğmuş siyah kuzuların hepsi beyaz olmuştur.
  2. Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle taşlar toprak olmuştu. Şöyle ki: Medyen kasabası dağlık, taşlık bir yer olduğundan: “Hak peygamber iseniz, duâ ediniz, şu dağlar, taşlar kalkıp, yerimiz geniş olsun.” diye teklif etmişlerdi. Hz. Şuayb duâ edince, Cenab-ı Hak duâsını kabul edip, elini o dağ ve taşlar üzerine koy, diye emreyledi. Elini koyunca hepsi toprak oluverdi.
  3. Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle Medyen'de bâzı taşlar koyun olmuştur. Şöyle ki, kendilerinin hiç koyunu olmadığı için kavmi, bizim koyunlarımızı elimizden almak için Hz. Şuayb buraya gelmiştir diye söz etmişlerdi. Hz. Şuayb bunu işitince, çok üzülüp, kendinin de koyunu olması için Cenab-ı Hakka duâ eyledi. Cenab-ı Hak, duâsını kabul edip, orada bulunan taşlara eliyle işâret etmesini emreyledi. Hz. Şuayb işâret ettiği anda o taşlar koyun oluverdi. Bu sûretle koyunları kavminin koyunundan birkaç misli fazla oldu. O koyunları sekiz, yâhut on sene Mûsâ'ya güttürüp, kızını da ona verdiği meşhurdur.
  4. Hz. Şuayb, bir yerin taşları etrâfında dönünce, o taşlar hemen bakır olup, ahâli bununla pek zengin olmuştur.
  5. Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle kum tepeleri yerinden kalkmıştır.
  6. Hz. Şuayb, bir dağa çıkmak istediği zaman, dağ âdeta devenin oturup kalktığı gibi, Hz. Şuayb çıkıncaya kadar küçülür, çıktıktan sonra evvelki hâli gibi büyük bir dağ olurdu.[2]
Sonuç

Tarihin derinliklerinde kalmış olan Medyen ve Eyke'deki egemen sosyo-ekonomik düzenle çağımıza hakim olan küresel sistem arasındaki benzerlikler, bir hayli şaşırtıcıdır. Kur'an'ın beyanından öğreniyoruz ki, Medyen ve Eyke'nin yönetici elitleri, çeşitli ticari hile ve sahtekarlık yöntemleriyle aşırı kâr sağlamayı, insanların mallarını gasp ederek haksız kazanç elde etmeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdi. İnsan haklarını açıkça çiğnemeleri, soygun ve yağmacılığı meşru kabul etmeleri nedeniyle ticaret hayatının güvenliği kalmamış, sosyo-ekonomik düzen tamamıyla bozulmuştu.

Refah ve bolluktan şımaran mutlu azınlık, ekonomik ve siyasal güçlerine güvenerek kendilerinden daha zayıf gördükleri mümin insanlara işkence baskı yapmakta, onları zorla kendi batıl sistemlerine entegre etmeye çalışmaktaydılar. Bugün de bu soygun ve vurgunlar, son derece ince ve akıl almaz yöntemlerle yapılmakta; müminleri ve mustaz'afları baskı altında tutmak için de aynı Şeytani sinsi yöntemler kullanılmaktadır. Dolayısıyla Medyen-Eykelileri bekleyen akibet, bu çağın fesatçılarını da beklemektedir.[49]
 
Back
Yukarı