Canla Bağışla

-MiHR-

Özel Üye
Özel Üye
Katılım
19 Nisan 2009
Mesajlar
707
Tepki puanı
192
Puanları
43
Tuttuğu Takım
Canla Bağışla
canlakapak(1).jpg

YUNUS EMRE TOZAL
Şiirsel üslubuyla okuyucuya yüreğinden seslenen Senai Demirci'nin, Canla Bağışla adlı son kitabı Timaş yayınlarından çıktı. Canla Bağışla'yı "Canla başla bağışla. Candan ver. Yoksulluktan korkma. Bağışladığını kendine bile hatırlatma. Sağ elinin verdiğini sol elinle duyurma" sözleriyle açıklayan yazar, içinde bulunduğumuz rahmet ayında, insana insan-ı kâmil olma yolundaki kutsal mücadelesinde, hakikate götüren tabelalar sunuyor. Namazı, 'candan bağışlamak' olarak tanımlayan yazar, infakın namazla başlanabileceğini hatırlatarak, infakın "veriş"lerimizin karşısına daha büyük, daha kalıcı, daha anlamlı, daha vefalı ve daha değerli alışlar koymak için, yapılması gerektiğini ifade ediyor.

İnsana doğduğunda aşılanan, kâinatla arasına sınır çekilen perdenin aralanmasına, eşya-insan ilişkisine hakikat nazarından belirlenmesine vesile olabilecek keşiflerin, insanın ayna karşısında yüzleşmesine ve evrenden ayrı özel bir yere sahip olmasını sağlayacak olan "ben" kavramı, insana aczini ve fakrını itiraf etmesine vesile olacak sırlarla örülüdür. "Ben" kavramına yapılacak her atıf, sırların insan nazarından bilinmesi, idrak edilmesi anlamına geleceğinden, insan öncelikle kendisine verildiğini bilenlerden oldukça "ben" idrakine erer. Senai Demirci'nin tespitiyle hakikat yolunun kenarındaki bir ağacın altı olan dünyada imtihan edilmek üzere oturduğumuz şu zaman diliminde, hem bilen hem bilinen olmakla, varlıkla yokluk arasındaki ilişki ortaya çıkar:

"Ben"in bilgisinde bilen ile bilinen kim!

Hem bilenin hem de bilinenin "ben" olduğu bir ilişki, insanı eşrefi mahlûkat yaparak eşya ile arasındaki ünsiyeti belirleyecek, Dücane Cündioğlu'nun tabiriyle görmeyi değil görülmeyi, fark etmeyi değil fark edilmeyi engelleyen, karanlık olan perdenin aralanmasına vesile olacaktır.

Yusuf (a.s.)'ın şahsında, şahsiyet bilincinin inşa olunmasıyla 'kurtlara kaptırılan' kardeşliğin yeniden kazanılması; insanın hakikat kozasına daha fazla sarılmasına kapılar açacak olan takva şuuruna erebilmesine bağlıdır. "Ben" bilincinin idraki, yazarın tespitiyle insanı "ben" eyleyen ve ardında "benim" diyebileceği iradeyi verenin, insana hatırlamadığını hatırlatan borcun farkına varılabilmesidir. İnsan, farkına vararak ancak verebilir, verdikçe "Biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya geldik" düsturunu idrak edebilir. Şahit olmak, kalbin eylemi olan imanı, namazla kalıba taşımaktan geçer. Senai Demirci tam bu noktada Nûn'un gemisini örnek vererek "ben"den "biz" bilincinin inşasını yapıyor: "Arapça ifadedeki "biz" zamirini karşılar nûn harfi. Namazda "abudu- ben kulluk ederim" değil de, "n'abudu-biz kulluk ederiz" deriz. "Ben"i "biz"e çoğaltırız nûn sayesinde. İşte o nûn, gemi gibidir. Su üzerine koysak hiç batmadan yüzebilir. Üzerindeki noktayı bir bilinç kaptanı olarak görürsek, nice denizler aşmaya hazırdır... Namazda n'abudu'nün Nûn'una dudağı değen her mümin "Nûn'un Gemisi'ndedir artık." (Sayfa 70)

"Biz" bilincinin inşası son Mustafa Kutlu ziyaretimde, Mustafa Kutlu konuşurken not aldığım bir sözü alıntılamak istiyorum. Cemaat-insan ilişkisini bir-iki cümleyle müthiş özetliyor Mustafa Kutlu. Şöyle demişti: "Orman ağacı, ağaç ormanı oluşturur. Orman ağacı ezmemeli, ağaç ormanı üzmemeli." Senai Demirci de, Nûn'un Gemisi'ne; "biz"e dâhil olmak için herkesi sarıp sarmalayacak olan bir duyarlılık kuşanılması gerektiğini, "ben"de kalanın "biz" olana katılamayacağını vurguluyor. Paylaşabilenlerin, bölüşebilenlerin, yanındakinin acısını dert edinerek ferahlayabilenlerin ancak "Nûn'un Gemisi"ne kavuşabileceğini ifade ediyor.

Kitapta en sevdiğim bölümlerden biri "fragman" bölümleri. Bu bölümlerde yazar, sabrımızı sınayarak ilginç menkıbelerden dersler çıkartıyor, ibretler sunuyor. Eşek Sesi menkıbesinde, eşek sesinin Kuran'ın bildirdiğine göre en çirkin ses olduğunu -"Yürüyüşünde tabi ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini, eşeklerin sesidir" (Lokman Suresi, 16)- ifade ettikten sonra soruyor: "Neden eşek sesi en çirkin ses olabilir! " Cevabını ilerleyen sayfalarda Mevlana'nın yorumuyla sabırsızlıkla bekleyerek okuyoruz: "Her hayvanın kendine mahsus bir iniltisi, bir zikri ve bir tespihi vardır ki bununla, yaratan ve rızık veren Rabbini zikreder. Nitekim devenin böğürtüsü, aslanın iniltisi, av hayvanlarının inlemesi, sineklerin vızıltısı, arıların uğultusu... Göklerde de meleklerin, ruhanilerin tespihleri ve zikirleri olduğu gibi, insanların da tespihi, tehlili, batınî ve bedenî türlü ibadetleri vardır. Hâlbuki biçare eşek, sadece iki belirli zamanda anırır:"(Sayfa 99)

Hayat, daire içinde bir daire... Kâinat zerresinin her taneciği adedince ilahi koronun kâinatın zikrine katılması, insanın "ben"inin farkına vararak acziyet basamaklarını çıkabilmesi için nerden nasıl başlaması gerektiği sualinin cevabı, Ali Koçak'ın şu cümlelerini hatırlatıyor: "Tarihin içinde ve insanların arasında ol... Ekmeğini böl, zor günlerde kapını ardına kadar aç. Nefsin pençesinden iradenin sıyrılması için eşyaya bakış açını hikmetle ayarla. İnfakla erit nefsinin en çirkin yanlarını. Her an son nefesin yaklaşıyorken cürme/cürûfa bulanmış gönlünü yıka. Hesabını kolaylaştır. Sevgiliye ulaşmak için sevdiklerini amel et, inşiraha bir yol bul. Tebessüm dahi sadakadır."

Fragman bölümlerinden "ben" vurgusuna, "ben" vurgusunun "biz" vurgusuyla olan bağından vermek eyleminin ontolojik kökenine, Allah için terk edişlerin hepsinin infak oluşundan kitabın en sonunda bulunan veciz sözlere kadar "Canla Bağışla", insanın yüreğine hitap eden bir kitap. Umarız okuyucu yüreklerine hitap eden "Canla Bağışla" ile kısa zamanda kavuşur.
 
Back
Yukarı