Sahabîler Devrinde İctihad

Aşk'a İnanmışt'ı

Genel Yönetici
Staff member
28 Mart 2008
23.235
2.145
163
41
ŞANLIURFA
www.forum.kim
Tuttuğu Takım
GALATASARAY
Sahabîler Devrinde İctihad
2- Sahabîler Devrinde İctihad Peygamber (S.Â.), irtihal etmeden önce peygamberlik görevini en üstün şekilde yerine getirdi ve Rabbinin emirlerini hakkı ile teb*liğ etti. Bu hususta Allah şöyle buyurur: «Bugün sizin dininizi ke*male erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak si*ze İslâm’ı seçtim.»[9]Bizans`ın Suriye valisinin, tebaasından müslüman olanları öldürmesi dolayısıyla Peygamber (S.A.), îslâm ordularını Şam üzerine yolluyordu. Çünkü yeni dine mansup olanları korumak ve onları müslüman oldukları için işkenceye uğratmamak zaruri idi.Peygamber (S.A.) Iran İmparatoru (Kisra)`na İslâmiyeti tebliğ etmek üzere elçi gönderdiği zaman Kisrâ buna, Peygamber (S.A.)`i öldürecek birini yola çıkarmakla cevap verdi. Fakat Allah onu, ni*yetini gerçekleştirmeden helak etti. Böyle bir durumda tecavüzü ay*nı şekilde karşılamak gerekiyordu. Peygamber (S.A.)`in, insanları hakka çağırmasına engel olacak şeylere karşı koyması ve hakkı du*yurmasını önleyecek her engeli yok etmesi gerekiyordu.Bunun içindir ki, Peygamber (S.A.)`in irtihalinden sonra, müslümanlar, îran ve Bizans ülkelerine akınlara başladılar. Bu ülkele*ri fethedip halkını hakka ve doğru yola çıkardılar. Müslümanları hiçbir hükümdar ve kuvvet köleleştirmedi. Bu ülkelerin imparator*ları, müslümanlığın yurtlarına girmemesi için direndiler. Müslüman*lık, tebaalarına ulaşmasın diye surlar yaptırdılar. Fakat, İslâmın çağrısı yayılacaktı. Bu çağrı bütün milletlere ulaşacaktı. Ona engel olan surların yıkılması gerekiyordu. Bu ise zaruri bir savaşa yol açı*yordu.Burada dini bir zorlama (ikrah) için savaş yapıldığı sanılmamalıdır. Çünkü bu imparatorlar, insanları İslâm dâvetine karşı`engelli*yorlardı. Bilhassa İslâm çağrısı; onların halkı kendilerine taptırma*ları, hak olsun bâtıl olsun, halkın kendilerine uymalarını istemeleri ile bağdaşmıyordu. Çünkü yeni din, «Hâlıkâ isyanda mahlûka itaat "edilmez» diyordu.Bu din, insanları eşitliğe çağırıyor ve onların hepsinin Âdem`den olduğunu, Âdem`in ise topraktan yaratıldığım ifade ediyordu. O hal*de İslâm`ın savaşı, dini bir zorlama için değildi. O, ruhları, zâlim kralların köleliğinden, akılları bu kralları kutsallaştıran sapık dü*şüncelerden kurtarmak için yapılıyordu. Veya diyebiliriz ki, bu sa*vaş, din hürriyetini korumak içindi; bu hürriyeti yok etmek için de*ğildi. Bu savaşın dini bir zorlama için yapılmadığının delili, İslâm de veti, gölgesinde birçok gayri müslimlerin haklarına tam olarak riayet ediyor, din hürriyetlerine katiyen dokunmuyordu. Hattâ din bilginleri (îakihler) «gayri müsümleri dinleri ile başbaşa bırakmak*la emrolunduk» prensibini kabul etmişlerdi.Bu, gayri müslimlere yapılan iyi muamelenin tam bir ifadesidir.`Gayri müslimlere, müslümanlar «zimmi» adını veriyorlardı. Çünkü onlar, Allah`ın elçisinin zimmetinde idiler-, çünkü Peygamber (S.A.), onlara kötülük edilme*sini yasaklayarak şöyle buyurmuştu : «Bir zimmiye kötülük edenin kıyamet günü hasmı benim.»İslâm fetihlerinin ötesinde arap olmayan milletlerin, araplann safında yer aldığı bir gerçektir. Onlar isteyerek zorlanmadan İslâmiyeti kabul etmişlerdir. Çünkü Allah: «Dinde ikrah yoktur»[10] ve «Sen îman etsinler diye insanları zorlayıp duracak, mısın»[11] buyur*maktadır. Veya onlar müslümanlarla aralarında zimmet akdetmiş*ler, müslümanlar onların, onlar müslüm anların haklarına karşılıklı olarak riayet göstermişlerdir. Sahabîler asrında îran, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika fethedilmiş, müslümanlann idaresine, çok eski me*deniyetlere mensup mîlletler girmişti, tslâm medeniyeti, çeşitli mil*letlerin medeni mirasları ile karışmaya başlamıştı. Dolayısiyle top*lum hayatında Peygamber (S.A.) devrinde olmayan hâdiselerle kar*şılaşılmış, hayat çeşitli dallara ayrılmıştı. Bu durum karşısında İs*lâm bilginlerinin yararlı ve uygun olan hususları inceleme, araştır*ma, düşünme ve ictihad`da bulunma cihetine yönelmeleri bir zaru*retti.Bu itibarla büyük sahabîlerin ictihad`da bulunması, Peygamber (S.A.)`in söz ve hareketleriyle yalandan ilgili olanların yeni mese*leleri halletmesi gerekiyordu. Onlar, yeni meseleler karşısında ictihadlarda bulundular ve Allah`ın hükmünü açıkladılar. Çünkü Al*lah`ın dini bütün asırlara şâmildi. Allah, Kur`an`da; «İnsan başıboş bırakıldığını mı sanıyor?»[12] buyurduğundan insan, hayatta başıboş ve istediği herşeyi, bir hükme bağlamaksızm yapma durumunda de*ğildir.Sahabîlerin bilginleri ictihad hususunda bir metod ortaya koy*dular; onlar, yeni bir hâdise karşısında ihtilâfa düşerlerse Kur`an`a başvuruyorlar, bu meseleyi açıklayan bir âyet bulurlarsa onun üze*rinde birleşiyorlardı.Buna şöyle bir misal verebiliriz: Irak ve İran toprakları fethe*dilince sahabîler, bu arazinin fethe iştirak eden askerlere dağıtımın*da ihtilâfa düştüler; Hz. Ömer, devletin reisi ve mü`minlerin emîri olarak araziyi askerlere taksimden kaçındı. Çünkü O, görüyordu ki bu arazi, Allah`ın, «Biliniz ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeyle*rin beştebiri Allah`ın, Peygamberin, O`nun yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolda kalanların hakkıdır.»[13] âyetinin içine girmi*yordu. Bu âyette kasdedilen ganimet menkul inalları ifade ediyor*du, toprak ise gayri menkul olduğu için fethedilir, fakat ganimet ol*mazdı. Öte yandan ülke ve sınırların korunması için gelire ihtiyaç vardı. Bu da, arazinin fethedenlere dağıtımıyla olmaz, arazi sahip*leri gayri müslimlerden «cizye» almakla sağlanabilirdi. Fakat sa*vaşçılar, Hz. Ömer`e uymadılar ve münakaşa üç gün sürdü. Üçüncü gün Hz. Ömer, Kur`an`da gördüğü şu âyeti onlara okudu: «Allah`ın (fethedilen) memleketler halkından Peygamberine verdiği fey` (ga*nimet) Allah`a, Peygamberine, onun yakınlarına, yetimlere, yoksul*lara ve yolda kalanlara aittir. Bu da o malın, sizin içinizdeki zenginlerin arasında dolaşan bir mal (sermaye) olmaması içindir... Allah`ın azabı şiddetlidir.»[14]Hz. Ömer, bu Kur`an nassını okuyunca hepsi O`nun emrine uy*mak zorunda kaldı.Sahabîler, Kur`an`da bir nass bulamayınca Sünnete başvuruyor*lar ve ondan gereken hükmü alıyorlardı. Emirü`l-müminin meseleyi arkadaşlarına açıyor; bu hususta herhangi bir hadis bilen onu serdediyor ve meseleyi böylece hallediyorlardı.Meselâ; Bir gün bir anneanne (nine), Hz. Ebu Bekr`e geldi ve ölmüş olan kızının oğlundan miras istedi. Ebu Bekr(R.A,) de.Kur`-an`cla bu hususla ilgili bir âyet bilmediğini söyledi. Sonra sahâbile-re dönerek, Peygamber (S.A.)`in, böyle bir meselede verdiği hükmü. içinizden bilen var mı? dedi. Mugîre b, Şu`be, Peygamber (S.A.) . Efendimizin nineye altıdabir hisse tanıdığını hatırlıyorum, dedi. Hz. Ebu Bekr, bu durumu başka bilen var mı? diye sordu. Başka bir sa-habinin buna tanıklık etmesi üzerine bu nineye altıdabir (1/6) mi*ras hakkı tanıdı. Daha sonra Hz. Ömer (R.A.) devrinde baba-anne ` gelip hissesini istedi. Ömer de, «Kur`an`da. sana ayrı bir hisse tanın*dığım bilmiyorum, bu aitıdabir (1/6) hisse ikinizindir.» dedi.Sahabîler, Kitab`ta ve Sünnette bir nass bulamadıkları zanîan ictihad yapıyorlardı. Bu, Peygamber (S.A.)`in kabul ettiği bir metod idi. Muaz b. Cebeli Yemen`e hâkim olarak gönderirken Peygamber (S.A.) O`na «Ne ile hükmedeceksin,» diye sordu. O, «Allah`ın kitabı ile» dedi. Peygamber «Ya Kitab`ta bulamazsan?» dedi. O da, Pey*gamber`in sünneti ile» dedi. «Onda da bulamazsan?» dedi. Muaz, «Re`yimle ictihad yaparını» dedi. Peygamber (S.Â.) bunun üzerine; «Allah`a hamd olsun ki, Peygamberinin elçisini O`nun razı olduğu şekilde muvaffak kıldı» buyurdu.Usûl-i fıkıh bilginlerinin çoğu, re`yi kıyas olarak kabul eder. Kı*yas da, hakkında nass bulunmayan bir meseleyi, illetleri aynı. olan ve hakkında nass bulunan başka bir meseleye göre halletmektir.Başka bir deyimle, kıyas, hakkında nass bulunmayan mesele üze*rinde, hüküm bakımından illetleri ortak olan ve hakkında nass bu*lunan meselenin hükmünün sabit olmasıdır. Bu tarif, re`yin, bu türlü ictihad`tan ibaret olduğunu gösterir.Bu türlü ictihad, müctehidin, hakkında nass bulunmayan konu*da illet bakımından ortak olan ve nassa dayanan meseleyi tam ola*rak kavramasını gerektirir. Meselâ; sarhoş eden herşeyi şaraba kı*yas etmek gibi. Şarabın haram edilişinin illeti sarhoş etmesidir. O halde bu illet, diğer sarhoş eden şeylerde de bulunduğundan onların da haram olduğu sabit olur. Gerçekte sahabîlerce kabul edilen re`y, hem kıyası, hem de hakkmda nass bulunmayan bir konuda masla*hata göre içtihadı içine almaktadır. Sahabîler asrında re`yin bu iki şekli de görülmekte idi. İbn-i Kayyım el-Cevziyye, sahabîlerin içti*hadını şöyle tarif eder: «Sahabîlerin içtihadı, illetleri ayrı ayrı olan hususlarda doğru olması gereken ciheti anlamak için iyice düşün*dükten sonra akıllarına uygun gelen hükmü çıkarmalarıdır.» Bu ta*rif eksiktir, çünkü; illetler aynı olmazsa kıyas yapan hukukçu neyi neye kıyas edecektir. Gerçekte re`y ile ictihad, iyice düşündükten sonra bir meseleyi Kitab ve Sünnete en yakın olan bir şekilde hal*letmektir. Bu, hakkında belli bir nass bulunan meseleye göre yapı*lırsa kıyas olur, şeriatın genel amaçları göz önüne alınarak yapılır*sa maslahata göre yapılmış ictihad olur.Kıyas metoduna göre` re`y ile ictihad yapmakla meşhur olan sahabîler arasında Abdullah b. Mes`ud vardır. Ali b. Ebi Talib ise, bazan maslahata göre ictihad yapardı. Dolayısiyle Tabiin`den Küfe-li hukukçular ve bunların izinden giden müctehid İmamlar, onların ictihad metodunu almışlardır.Maslahata göre ictihad`da bulunan sahabilerin başında Ömer b. Hattab gelir. Daha başka birçok sahabîler, maslahatı gözeterek, Hz. Ömer gibi fetva vermişlerdir. Meselâ; bir kişiyi öldüren bir gu*rubu öldürmek kıyasa, sanatkâra yaptığı şeyi heder ederse ödetmek maslahata uyularak kabul edilmiştir. Hz. Ali de bu ödetme (tazmin) işinde, «insanları ancak bu ıslah eder« demiştir.Ömer (R.A), devlet işlerini idarede, hakkında nass bulunmayan meselelerde maslahata göre ictihad yaptığı halde, kaza (yargılama)`-da, hakkında Kur`an ve Sünnet`den bir nass bulunmayan meseleler*de kıyas cihetine gidilmesini emrederdi. O, Ebu Musa el-Eş`ari`ye gönderdiği mektubun sonunda şöyle diyordu : «Kur`an ve Sünnette bulunmayan ve tereddüde düştüğün meseleleri çok iyi anlamaya ça*lış, birbirine benzeyen hususları iyice kavra ve buna göre meseleleri birbirine kıyas et.» Bu ifade açıkça göstermektedir ki hâkim, şer`î bir nass bulamazsa hâdiseyi, hakkında nass bulunan benzeri bir hâ*diseye kıyas edecek ve buna göre hüküm verecektir.Burada okuyucunun hatırına şöyle bir soru gelebilir: Niçin Ömer (R.A.), hakkında nass bulunmayan ve devletin idaresi ile ilgili olan konularda maslahata göre içtihadı benimsiyor.